top of page

Asaf Halet Çelebi "İBRAHİM" Şiirindeki Tasavvufi Sistem

  • Yazarın fotoğrafı: Yusuf Sincar
    Yusuf Sincar
  • 9 Ağu
  • 3 dakikada okunur
ree

İbrahim,

içimdeki putları devir, elindeki baltayla,

kırılan putların yerine, yenilerini koyan kim

   

güneş buzdan evimi yıktı, koca buzlar düştü

putların boyunları kırıldı,

ibrahim, güneşi evime sokan kim  

 

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri

buhtunnasır put yaptı,

ben ki zamansız bahçeleri kucakladım

güzeller bende kaldı, ibrahim

gönlümü put sanıp kıran kim

Asaf Halet Çelebi

 

Şiir üç bölümden oluşur ve ana teması “tapmak”dır. Tapmak için ise üç şey gerekir: tapılan, tapılan yer ve tapan. Yani put, mabed ve kul. Şiirde sırasıyla, üçü de yıkılır ve her yıkılıştan sonra hem dıştan içe, hem aşağıdan yukarıya bir yükseliş vardır. Dışta içe gitmek üç aşamalıdır: yani şeriat, tarikat ve hakikat. Aşağıdan yukarıya doğru gitmek de üç aşamalıdır: yani madde, ruh ve Allah. Şiirdeki her bölüm, bu mertebelerden birine tekabül eder ve aynı zamanda ontolojik bir düzlemi temsil eder.

Birinci mertebe: Şeriat ve duyular dünyası.

Şiirin ilk bölümünde, dışsal ve maddi olan ön plandadır. Put, somut bir nesnedir; elindeki baltayla onu kıran İbrahim ise doğrudan şeriatı temsil eder. Burada tapma eyleminin üç unsurundan yalnızca biri —tapılan nesne, yani put— hedef alınmıştır. Tapan (kul) yerinde durmakta, mabed ise yıkılmadan korunmaktadır. İçimdeki putları kırması için İbrahim’e çağrıda bulunan özne, aslında kendi iç dünyasını bir başkasına teslim etmektedir. Ne var ki bu teslimiyet, henüz bağımlıdır. Çünkü kişi, içindeki putları kendi yapmaktadır. İbrahim yani şeriat, cezayı kesse de içimde bir put imalatçısı vardır: ben. “kırılan putların yerine, yenilerini koyan kim” Ancak şeriat, dışı düzene sokar; içeriye dokunmaz.

İkinci mertebe: Tarikat ve ruh.

Bu bölümde dünya değişmiştir. Artık baltalar değil, güneş konuşur. Güneş, yukarıdan gelir. Ev buzdan ise eğer, yukarıdan gelen güneşin ısısı, önce çatıyı eritir. Şairin, “buzlar düştü” demesi bundandır. Buzdan yapılmış bir evin erimesi, sadece putların değil, mabedin de çözülmesidir. Çünkü güneş, yalnız putu değil, tapma yerini de ortadan kaldırır. “Güneş, buzdan evimi yıktı, buzlar düştü, putların boynu kırıldı” Düşen buzlar evin kendisi, kırılan buzlar da put, o halde evin kendisi bir mabed, bir put. Tarikat mertebesi, hem putu hem mabedi yıkıyor. Maddeden manaya doğru, dışardan içeri doğru ilerliyor. Dahası, bu kez hiçbir istek yoktur şairden. Şair, güneşi çağırmamıştır. Güneş, içeriye kendiliğinden girer. Tarikat mertebesi bu, bir talep yoktur şeriatta olduğu gibi.

Üçüncü mertebe: Hakikat ve Allah.

Burada artık ne put kalır, ne tapınak. Ama bu kez kırılan, tapanın kendisidir. Gönül kırılmıştır. Ve onu kıran kişi, onun bir put olduğunu zannetmiştir. Yani şiirin üçüncü bölümü, yanılgının hakim olduğu bir düzlemdir. Bu, tasavvufta hakikatin acıtan yüzüdür. Çünkü hakikat, ne kadar parlaksa, o kadar çok yanlış anlaşılır. Ve dikkat çekici bir ifade: “Ben ki…” Bu, şiirin başından bu yana ilk defa “ben”in dile geldiği yerdir. Çünkü ancak hakikat mertebesine ulaşan, benlik idrakine sahiptir. Bu bir “Enel Hak” yankısıdır. Bu, Hallâc-ı Mansur’un cellâdıyla yaşadığı trajedidir.

Hakikat mertebesi, şiirin zamansız ve mekansız birliğe ulaştığı son aşamadır. Zamanı ve çokluğu aşmış bu gönül, “zamansız bahçeleri” kucakladığında artık yalnızca birlik vardır. Ancak dışarıdan bakan, bu birliği şirk sanır; gönül put zannedilip kırılır. Buhtunnasr, Süleyman Mabedi’ni yıkan bir pagan olarak burada hakikati yıkan bir simgedir. O güzelleri put yapar; şiirde ise güzellik, zamandan kurtulmuş olarak gönülde kalır. En ağır kırılma, yanlış anlamadan gelir: aşk, şirkle suçlanır.

Yapının bütününe dair:

Şiir hem dıştan içe hem alttan üste doğru ilerler. Dışarıdan gelen baltadan, içte kırılan gönle; aşağıda yaşayan put kırıcıdan, yukarıdan doğan güneşe; ve sonunda, iç ve üst birleşir: aşkın hakikat gönülde belirir. Bu hem varlık zincirinin hem de bilinç katmanlarının çözülmesidir. Her bölümde put kırıcı değişir: önce İbrahim, sonra güneş, sonra ise bir “zan sahibi.”

Sonuçta tasavvufi sistem şöyle işler:

Şeriat: Put kırılır.

Tarikat: Put ve mabet birlikte erir.

Hakikat: Tapan da yıkılır.

Ve her aşamada yukarı ve içeri doğru bir hareket vardır. Çünkü tasavvufta yükseklik, değerle doğru orantılıdır. Yukarı olan ilahidir; içte olan hakikidir. Maddi olan aşağıdadır ve dışsaldır; ama manevi olan hem yüksekte hem içeridedir. Bu nedenle, ilahi olanın bilgisi sadece bir dışsal yolculukla değil, içeride yükselerek edinilir.

Nitekim bu şiir, sadece bir metin değil; bir sistemdir. Ve sistemin sonunda kalır tek bir soru:

“Gönlümü put sanıp da kıran kim?”

Bu soru, cevabın kendisidir. Çünkü hakikate eren, artık kendini de soru eder.

 
 
 

Comments


SORGULA VE KEŞFET

© 2035 tüm hakları saklıdır.

ninfelsefe logo png
  • Instagram
  • TikTok
  • Youtube
  • X
bottom of page