top of page

MİT VE ANLAM - KİTAP İNCELEMESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Yusuf Sincar
    Yusuf Sincar
  • 9 Eyl
  • 10 dakikada okunur
GİRİŞ  

            Claude Levi-Strauss’un Mit ve Anlam kitabı, 1977’de CBC Radyosu’nun Ideas dizisinde yayınlanan konuşmalarının derlenmiş halidir. Söz konusu konuşmalar; ”Mit ve Bilimin Buluşması”, ”İlkel Düşünce ve Uygar Zihin”, ”Tavşan Dudakları ve lkizler: Bir Mitin Yarılması”, ”Mit, Tarih Haline Geldiğinde”, ve son olarak ”Mit ve Müzik” olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Söz konusu beş bölümde Claude Levi Strauss, mitleri yeniden yorumlamaya ve mitlerin anlamdan yoksun birer hurefe gibi anlaşılmasının yanlış olduğuna dikkatleri çekiyor. Çünkü insanlık, 17. yüzyılda modern bilimin vücuda gelmesiyle birlikte, mitolojiyi ilkel insanların ve batıl inançların bir ürünü olarak görmeye başlamıştı. Ancak mitoloji sanıldığının aksine, tamamiyle bir anlam sistemidir. Bu bakımdan mit ve anlam arasında deruni bir ilişki vardır.

ree

Levi-Strauss, avrupalı antropologların o güne kadar görmezden geldikleri ilkel halkların düşüncesinin, bizim düşüncemizden çok da farklı olmadığını göstererek, ilkelliğin bir Batı icadı olduğunu ortaya çıkardı. Çünkü Levi-Strauss’a göre; bütün kültürler gösterge sistemleri olmaları bakımından, toplum olaylarının temelinde de her zaman bir iletişim ve anlama isteği vardır. Levi-Strauss’a göre; insan demek dil demektir, dil ise toplumu ifade eder. Bu açıdan bütün sosyal olaylar linguistik olaylara indirgenebilir. Bu olaylar, toplumun dilidir ve dil, kültürü oluşturur. Dolayısıyla kültür, tamamiyle anlamlı bir iletişimin ifadesidir. 

Mit ve Bilimin Buluşması

            Levi-Strauss’a  göre insanlık olarak bir şeyler kaybettik ve onları yeniden kazanmaya çalışmalıyız. Modern bilim ise söz konusu kayıp şeylerden hiçte uzak değildir. Aksine modern bilim onları bilimsel alana dahil etme eğilimindedir. Bilim bize her ne kadar kesin bilgi sunuyor gibi olsa da, her zaman yeni problemler sunacağı aşikardır. Bu bakımdan bilim asla bize bütünsel ve aşkın bir cevap vermeyecektir. Ancak yapabileceği en iyi şey verdiği cevapların sayısını arttırmaktır. Levi-Strauss’a  göre zaten bilimin yapabileceği en iyi şey de budur.

Mitolojik hikayeler saçma, absürt ve anlamsız gibi görünseler de öyle değildirler. Örneğin, dünya üzerinde farklı kültürlerde birbirine benzemeyen birçok evlilik kuralı vardır. Söz konusu bu kurallar aşırı absürt ve anlamsız görünüyor. Ancak Levi-Strauss’a  göre bu kurallar anlamsız ise, her insan için ayrı bir kuralın olması gerekirdi. Ama öyle değildir. O halde, bize saçma gelse de, aynı kurallar tarihin her döneminde tekrar ve tekrar nüksediyorsa, bu hiçte saçma olmayan bir şey olabilir. Çünkü bunlar başka türlü ortaya çıkamazdı. Aynı şekilde, mitolojik hikayeler de nedensiz, anlamsız, ve absürddürler veya öyleymiş gibi görünürler, ancak buna rağmen dünyanın her yerinde yeniden vücuda gelirler. Levi-Strauss’un amacı ise bunun ardında bir düzenin olduğunu göstermektir.

İnsanlığın tarihsel entelektüel faaliyetlerine baktığımızda, dünya üzerinde olduğu kadarıyla, ortak amaç daima bir tür düzen tesis etmek olagelmiştir. Bu, insan zihninin bir şekilde düzen ihtiyacını temsil ediyorsa, sonuç olarak insan zihni de evrenimizin bir parçası olduğu için, bu ihtiyaç zorunludur diyebiliriz çünkü evrende bir düzenin olduğunu görüyoruz.

Mitin bilimle olan ilişkisi de, söz konusu düzen temelinde varolur. Söz gelimi, bilimsel  düşünce kavramlar üretip bunları ilişkiye sokarak akıl yürütürken, mitik düşünce duyumsadığımız dünyadan aldığı imgelerle  kendini ifade eder. Mitik düşünce kavramlar arsında bir formül icat etmek yerine imgeleri birbiriyle karşılaştırır veya ilişkilendirir. Bu bakımdan mitik düşünce muhayyileyi devreye sokarak duyumsayabildiğimiz  niteliklere, renklere, tatlara, kokulara ve seslere ilişkin  bir mantık  yürütür. Mitik düşünce kısıtlı ve sınırlı  metaforlar veya  işaretler kullanmak  bakımından metaforları  vücuda getirirken, bilim devamlı yeni soyutlamalarla yeni  kavramlar üretir. O halde, bilim ve  mit aynı  şeyler olmasalar da,  mitin ve bilimin  işleyişinin esasında aynı olduğu söylenebilir, çünkü  her ikisi de göstergeler kullanır  ve analojiler ile karşıtlıklar üzerinden kendilerini ifade eder.

Levi-Strauss’a göre modern insan için saçma ve absürt hikayeler gibi olan mitler, kuşakların birbiriyle iletişimi demektir. Asırlar öncesinden süregelen bu iletişim bağlamında, söz konusu kuşakların birbirini anlayabilmesi için de bazı şeylerin  tekrar tekrar vurgulanması gerekir. Farklı insanlar tarafından anlatılan farklı mitler  arasında mit mantığı bakımından çok yakın ve  derin  bağlar  vardır. Üstelik bu  bağlar birbirlerini  bütünleyebilir;  bunun da ötesinde bu bağlardan yola çıkarak en temel  yapıya, yani insan düşüncesinin evrensel kategorilerine varmak mümkündür. O halde, Levi-Strauss’a göre mitik düşüncenin mantık tarzıyla, modern bilimin mantığı arasında bir nitelik farkı yoktur. Fark, bu şeylerin doğasından kaynaklanır. Örneğin, çelik bir baltayı taş baltadan üstün kılan şey, ilkinin ikincisine göre çok daha iyi imal  edilmiş olması değildir. İkisi de eşit ölçüde iyi imal edilmiştir, fakat çelik taştan çok  daha farklıdır. Buna benzer şekilde, aynı mantık bilimde olduğu gibi mitte de geçerli olduğunu ve insanlığın daima eşit ölçüde iyi düşündüğünü söyleyebiliriz.

“İlkel” Düşünce ve “Uygar” Zihin

            Levi-Strauss’a göre ilkel dediğimiz insanların kültürleri, muhayyileleri, düşünme tarzları ve mantık kategorileri ilkel değildir. Onların düşünme, yaşayış, ihtiyaç ve muhayyileleri sadece, kendini insanlığın ve evrensel uygarlığın biricik hakikati olarak sunan Batı’nınkinden farklıdır. Yani arada hiyerarşik bir üstünlük veya alçaklık yoktur. Bu nedenle antropolog, öncelikle kendisi için değil onlar için anlamlı olanı anlamaya çalışmalıdır. Öte yandan, Levi-Strauss’a göre bilim sayesinde doğa üzerinde hakimiyet sağlayabildik. Ancak mit bize bu egemenliği sağlayacak güçte değildir, bu açıktır. Öte yandan, buradan mitin bize vereceği hiçbir şey yoktur anlamı çıkmaz. Mit insana, çok önemli bir şeyi, evreni anlıyormuşçasına yaşamanın sırrını verir. Levi-Strauss’a göre bu elbette bir illüzyondur.

Mit ve Anlam
Mit ve Anlam

Varsayalım ki her birimiz yirmi yıl ve hatta daha da uzun bir süre mit ve akrabalık sistemlerinin işleyiş tarzıyla meşgul oluyoruz, artık her birimizin zihni belirli açıdan güçleniyor demektir. Öte yandan, her birimizin tamamıyla aynı şeylerle ilgilenmesi düşünülemez; dolayısıyla hepimiz ihtiyaç duyduğumuz veya ilgilendiğimiz şeye nazaran zihin gücümüzün belirli bir kısmını kullanır demektir. Bugün zihin kapasitemizi geçmişte olduğundan hem daha az hem de daha çok kullanıyoruz. Bu ne demektir? Yani, şimdi kullandığımız zihin ile geçmişteki aynı türden bir zihin kapasitesi değil.  Çünkü bizler modern dönemde yaşayan insanlar olarak duyusal algılarımızı ve  muhayyilemizi daha az kullanıyoruz. Bu bağlamda, Levi-Strauss Mitoloji Bilimine Giriş kitabının ilk bölümünü yazarken, gizemli bir problemle karşılaştığını belirtir:

Gün ışığında, Venüs gezegenini görebilen bir kabile vardı; bu benim için düpedüz imkansız ve inanılmaz bir şeydi. Sorunu profesyonel astronomlara açtığımda, şüphesiz gezegenin görülemeyeceğini, ancak gün ışığında yaydığı ışık miktarını bilirsek, bazı insanların görebileceğinin de kesinlikle tasavvur edilemez olmadığını söylediler. Sonradan kendi uygarlığımıza ait denizcilik hakkındaki eserleri gözden geçirdiğimde, eski denizcilerin Venüs’ü gün ışığında mükemmelen görebildikleri meydana çıktı. Muhtemelen eğitimli bir göze sahip olsaydık, bugün biz de görebilirdik. Bitkiler ve hayvanlarla ilgili bilgimiz de tam olarakaynıdır. Yazısız halklar, yaşadıkları çevreye ve kaynaklarına dair aşırı derecede kesin bilgiye sahiptir. Bütün bunları kaybettik, fakat bir hiç uğruna değil; şimdi, sözün gelişi, dakika başı kaza yapmadan araba kullanabiliyor yahut geceleri televizyon veya radyoyu açabiliyoruz. Bu, zihin kapasitelerinin eğitimini gerektirir, ki “ilkel” insanlar ihtiyaç duymadıkları için buna sahip değildir. İnsanlığa ait bütün zihin kapasitelerini aynı anda geliştiremezsiniz. Yalnızca küçük bir dilimini kullanabilirsiniz ve bu dilim her kültürde aynı değildir. Şimdi, bunun bizatihi zararlı olduğunu veya bu farklılıkların aşılması gerektiğini düşünmenizi istemem. Aslına bakarsanız farklılıklar son derece verimlidir. İlerleme sadece farklılık vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.” (s. 51.52.53)

Levi-Strauss, daha sonra güney rüzgarına boyun eğdirmeye çalışan ve başaran vatoz balığı hakkındaki batı Kanada mitini gözden geçirmeye koyulur. Tüm canlıları kötü etkileyen sert güney rüzgarlarına karşı içinde vatoz balığının da bulunduğu bir ordu güney rüzgarına savaş açar ve kazanır. Böylelikle güney rüzgarı artık canlıları kötü etkileyecek kadar kötü ve sert esmeyecektir. Peki bu mit’in özellikle vatoz balığını rüzgara karşı savaştırması tesadüf veya saçmalık mıdır? Hayır. Vatoz balığının üstten ve alttan bakınca büyük ve karşıdan bakılınca ipince küçük bir görünümü vardır. Karnı kaygan ve düz, sırtı serttir. Dolayısıyla vatoz balığının tercih edilmesinin sebebi, hangi bakış açısından yaklaşılırsa yaklaşılsın sadece “evet” veya “hayır” diye cevap verebilen bir hayvan olmasıdır. Bu bakış açısı modern bilgisayarların ilkeleriyle benzerdir. Güney Rüzgarı yılın her günü esseydi, hayat insanlık için çileli veya imkansız olurdu. Fakat rüzgar erdeme ve orta yollu olmaya uygun eserse yani, bir gün “evet,” diğer gün “hayır” gibi, o vakit insanlığın ihtiyaçları ile doğal dünyada hüküm süren koşullar arasında bir tür anlaşma durumu söz konusu olur. Bu nedenle, mitoloji ile bilim arasında aslında bir ayrılık yoktur.

Tavşan Dudakları ve İkizler: Bir Mitin Yarılması

            Bu bölümde Levi-Strauss bizlere, 16. yüzyılın sonlarına doğru Peru’da yaşayan İspanyol Peder P. J. de Arriaga’nın ”Peru’da Putperestliğin Ortadan Kaldırılması” kitabında geçen ilginç bir anlatısını sunacak. Söz gelimi, Peder kitabında, Peru’nun bir bölgesinde çok şiddetli bir karakışın yaşanması sonucunda, buna çözüm olarak bir rahibin; Peru’daki tüm tavşan dudaklıları, doğum sırasında önce ayakları gelenleri veyahut da tüm ikizleri yardıma çağırdığını anlatır. Zaten ikizlerin veya tavşan dudaklıların hava şartlarına olumsuz etkilerinin olduğu, Kanada dahil dünya çapında yaygın kabul görmüş bir inançtır. Peki tavşan dudaklılar ve ikizlar arasındaki ilişki veya benzerlik nedir?  Ya da gerçekten öyle bir ilişki söz konusu mudur? Buna dair; Brezilya’nın Kızılderilileri olan Tupinambalar ile Peru Kızılderilileri arasında, çok fakir birinin yalan dolanla kandırdığı bir kadına ait bir mit söz konusudur. Kandırılan bu kadının biri gerçek eşinden, diğeri ise yalancı olan düzenbazdan olmak üzere ikiz çocuk dünyaya getirdiği anlatılır. Söz konsu kadın, ilerde eşi olacak tanrıyı karşılamaya gider ve yoluna düzenbaz olan bu adam çıkar. Düzenbaz adam kadını, kendisinin buluşacağı tanrı olduğuna inandırır ve kadın düzenbazdan hamile kalır. Sonrasında kadın gerçek kocasını bulur ve ondan da hamile kalarak ikiz çocuk dünyaya getirir. Doğan ikizlerin her biri de babalarının özelliklerini taşımaktadır: Biri dürüst, akıllı ve cesur, diğeri ise düzenbazın tekidir.

Yukarıda anlatılan mitin bir de Salish versiyonu vardır. Bu defa hikaye şöyledir: Koca bulmak için yola çıkan iki kız kardeş, yolda, babannelerinin anlattığı özelliklere sahip olduğuna inandıkları düzenbazlarla karşılaşır ve onlardan hamile kalırlar. Bu olaydan sonra büyük abla kız kardeşini terkederek oradan bir dağ keçisi olan babannesinin yanına kaçar. Babanne torunun geleceğini önceden bildiği için onu karşılamaya bir yaban tavşanı gönderir. Bu tavşan yolda giderken, düşmüş bir kütüğün altına saklanır. Bu sırada tavşan, kütüğün üstünden geçerken bacağını kaldıran kızın cinsel organını görür ve alay eder. Kız sinirlenir ve elindeki sopayla tavşana vurup, tavşanın burnunu ikiye yarar. İşte, tüm tavşanların yarık burunlu olmasının sebebi budur. Eğer kız tavşana vurmaya devam etseydi tavşan tamamen ikiye bölünecek, ve ikiz birer tavşan var olacaktı. Yine yagın bir inanışta şudur ki, ikiz canlılar, dişilerin iç sıvırılarının ikiye bölünmesi sonucunda oluşurlar. Bu yüzden, Kuzey Amerika Kızılderilileri, hamile bir kadının uyurken hızla dönmesini yasaklamıştır, çünkü öyle yaparlarsa vücut sıvıları ikiye bölünecek ve ardından kadın ikiz doğuracaktır.

Öte yandan, Vancouver Adası’ndaki Kwakiutl Kızılderililerinin de buna benzer bir miti vardır. Bu versiyonda, tavşan dudaklı olduğu için insanların nefret ettiği küçük bir kız vardır. Büyücü ve yamyam bir kadın birden bire ortaya çıkar ve tavşan dudaklı küçük kızla birlikte kabiledeki bütün çocukları kaçırır. Evde çıkarıp yemek üzere hepsini sepetine doldurur. Sepetin en dibinde olan tavşan dudaklı küçük kız, büyücü kadının sırtından olan sepetten, sahilde topladığı deniz kabuklarından biriyle sepetin dibini oyarak kaçar. Önce ayaklarını sarkıtarak atlayan Tavşan dudaklı kızın işte bu pozisyonu, daha önce bahsettiğimiz mitteki yaban tavşanının pozisyonuyla birebir aynıdır. Dolayısıyla, mitolojide ikizler ile doğumda ayakları önce çıkanlar arasında gerçekten bir ilişki olduğu aşikardır. Bu da, başlangıçta bahsedilen, Peder Arriaga’nın kurduğu, ikizler, doğumda ayakları önce çıkanlar ve tavşan dudaklılar arasındaki ilişkiyi gözler önüne serer. Rahminde birden çok çocuk olduğunda, mitte çok ciddi neticeler ortaya çıkar; çünkü sadece iki çocuk bile olsa, çocuklar ilk önce doğma şerefini elde etmek için mücadele ederler. Bunun da ötesinde, ,çocuklardan kötü olanı, daha erken doğmak için, kestirme bir yol bulmak için uğraşır; doğal yolu izlemektense, bir an önce kaçmak için annesinin bedenini parçalamaktan çekinmez. İşte bu zeminden hareketle, doğum anında ayakların önce gelmesinin neden ikizlikle benzeştiğini gözler önüne sere. Çünkü ikiz çocuklardan birinin rekabet veya mücadele nedeniyle acele etmesi, hileye başvurması, annesine zarar vermesine sebep olmaktadır. İşte bu mit, birçok inanışta veya kabilede, hem ikizlerin hem de doğum anında ayakları önce gelenlerin neden öldürüldüğünü açıklamaktadır.

Mit, Tarih Haline Geldiğinde

            Levi-Strauss’a  göre, kendi toplumumuzda tarihin mitolojiyle aynı fonksiyonu gördüğüne; yaban toplumlar içinse mitolojinin amacının, geleceğin, şimdiye ve geçmişe bağlı kalmasını güvence altına almaktır. Bununla birlikte Levi-Strauss’a  göre, bizim için,  gelecek her zamankinden daha da farklı olmalıdır. Fakat yine de, tarih ile mitoloji arasında zihnimizde var olan yarılma, mitolojiden bütünüyle ayrılarak değil de, onun devamı olarak düşünülen tarihleri inceleyerek aşılabilir.

ree

Levi-Strauss’a  göre aynı olmayan iki hikayenin aynı anda ikisinin birden doğru olabilmesi imkansız gibi görülür. Fakat istisnalar olabilir, hatta bunlar istisnanın da ötesine geçebilir. Çünkü iki hikaye arasındaki yegane fark bir hikayenin diğerinden daha iyi nitelendirilmesidir. Farklı şartlarda, bu iki hikaye eşit ölçüde geçerli olabilir, çünkü aralarındaki farklar asla fark olarak algılanmayacaktır. Buna örnek olarak, yukarıda anlatılan tavşan dudaklı ve ikizler hikayelerinin, kendi kültürlerininkinden farklı olan versiyonlarını dinleyen yerlilerin, verdikleri tepkileri izlemek yeterlidir. Çünkü onlar temelde benzer olanlara dikkat edip, farklılıkları göz ardı ederler. Aynı şekilde biz de, ündelik hayatımızda, farklı tarihçilerin yazdıkları farklı tarihi hikayelerle ilişkili olarak tamamen aynı durumdayız. Tarihçilerin, tarihi olayları yorumlama ve tasnif etme biçimleri aynı olmadığından, biz de sadece temelde benzer olanlara dikkat kesilip, farklılıkları göz ardı ederiz. Bu yüzden, farklı ilgi alanlarına, farklı mesleklere, farklı kültürlere veya farklı politik eğilimlere sahip iki tarihçinin ağzından çıkan bir hikayenin yorumunun aynı olmaması bizi şaşırtmaz. O halde şu sonuca ulaşabiliriz: Kızılderililere veya herhangi bir başka kabileye ait bir mitin birçok farklı versiyonunun bulunması, zorunlu olarak onu safsata kılmaz, aksine  gerçek bir olgunun farklı kültürlerde farklı yorumlandığını gösterir.

Mit ve Müzik

            Levi-Strauss’a göre,  tıpkı mitolojik hikayelerde olduğu gibi, müzik ve mit, biri güneye diğeri kuzeye giden dilin ikiz çocuklarıdır. Burada dil, müzik ve mitin annesidir. Müzik ve mit de, dilin ikiz çocuklarıdır. Bu bakımdan, müzik ve mit bir daha asla karşılaşmamak üzere ayrılmış olsalar da, Levi-Strauss, bu ikiz kardeşi anlam boyutunda bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Anlam ise salt kendi başına  değil,  ancak  bir ilişki  içinde  var  olabilir.

Müzik Miti
Müzik Miti

Levi-Strauss’a  göre mit ve müzik arasında biri benzerlik diğeri birleşmeden oluşan ikili bir ilişki vardır. Benzerlik ilkesine göre, bir miti roman veya bir makale okur gibi, soldan sağa, satır satır okursak anlayamayız; çünkü bir mit bir bütünlüğü ifade eder ve bir mitin temel anlamının olaylar sekansıyla değil, söz gelimi, olaylar destesiyle ele alınmalıdır. Dolayısıyla, bir miti bir orkestra parçasını okuduğumuz gibi okumalı, bir porteden ötekine değil de bütün sayfayı kavrayarak ve sayfanın başındaki ilk portrede yazılmış bir şeyin ancak daha aşağıdaki ikincide, üçüncüde ve diğerler portrelerde yazılanın ayrılmaz bir parçası olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda anlam kazanacağını fark etmeliyiz. Öyleyse bir miti sadece soldan sağa değil, aynı zamanda dikey olarak, bir bütünlük çerçevesinde, yani yukarıdan aşağıya doğru da okumayı öğrenmeliyiz. Öte yandan, Levi-Strauss müzikten kastının herhangi türden bir müzik olmadığını, kastettiği müziğin, mitolojinin geleneksel işlevini üstlenen müzik olduğunu, yani, batı uygarlığında Frescobaldi ile 17. Yüzyılın başlarında ve Bach ile 18. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve 18. ve 19. yüzyıllarda Mozart, Beethoven ve Wagner ile zirveye ulaşan müzik olduğunu ifade etmektedir.

Levi-Strauss’a  göre müzik, müzikal formlar ortaya koyarken, mitik düzeyde zaten var olan formları aslında yeniden keşfediyordur. Söz gelimi, Bach döneminde biçimlendiği formuyla fügün, iki karakter grubunun var olduğu gibi, bazı mitlerin  gerçek hayattaki temsilleri vardır. Fazla basitleştirmek olsa da diyelim ki biri iyi, diğeri kötü iki karakter varsayalım. Mitin bize sunduğu hikaye, birilerinin diğerlerinden kaçmaya çalışmasıdır; öyleyse burada bir grubun diğerinden kaçması söz konusudur. Tıpkı fügde* olduğu gibi, bazen bir grup diğer grubu yakalar, bazense tam tersi.

Dil, mit ve müzik arasındaki ilişkiyi anlamaya çalıştığımızda, hareket noktamız yalnızca mit ve müziğin ortak noktası olan dil olacaktır. Bu bakımdan hem mit hem de müzik ortak payda olan dilde buluşsa da, istikametleri farklıdır. Bu bakımdan, müzik dildeki ses boyutunu ifade ederken, mit ise dildeki anlam boyutunu açığa çıkartır. Öyleyse dilin de bir anlam ve bir de ses boyutu söz konusudur. Söz gelimi müzikte ses unsuru hakimken, mitte anlam unsuru hakimdir.

*Füg, müzikte iki ya da daha fazla ses için bir kontrpuantal bir besteleme tekniğidir. Başlangıçta sunulan bir konu (bir müzikal tema) farklı aralıklarda tekrarlanır ve bu durum eser boyunca sıklıkla devam eder.

Kaynak:

Mit Ve Anlam, Claude Levi-Strauss (çeviren: Gökhan Yavuz Demir)

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin

SORGULA VE KEŞFET

© 2035 tüm hakları saklıdır.

ninfelsefe logo png
  • Instagram
  • TikTok
  • Youtube
  • X
bottom of page