Bilimlerin Gaye ve Sınırları: el-Gazzali - İslam Felsefesi
- Yusuf Sincar

- 7 Eyl
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Eyl

Gazzâlî Hakkında:
1058'de İran'da doğmuş olan Gazzâlî, kimilerine göre Gazâle denilen bir köyde yaşamış olmasından, kimilerine göre ise; Gazzâlî'nin baba mesleği olan ''iplikçi'' anlamına gelen ''gazzal'' kelimesinden ötürü Gazzâlî adını almıştır. Öte yandan Hüccetü’l-İslâm mahlasıyla bilinen ve tasavvufun gelişmesinde etkili bir rol oynamış olan Gazzâlî; Büyük Selçuklu Devletinin Nizamiye Medresesinde hem öğrencilik hem de öğretmenlik yapmıştır. Kendisi itikaden Eş'arî mezhebine, fıkhen de Şâfiî mezhebine bağlıdır. İtikad anlamında Eş'arî mezhebine bağlı olması, Gazzali'nin iman-akıl yönündeki görüşlerini anlamamız açısından önemli olacaktır. Çünkü Eşarilik aklı tümden reddetmemekle birlikte, akıl karşısında imanın daha üstün olduğunu ifade eden bir ekole karşılık gelmektedir.
Gazzâlî'nin 500'e yakın eser kaleme aldığı söylenmekle birlikte, günümüze kadar ulaşan eserlerinin sayısı yalnızca 75 tanedir. Bunlardan en önemli dört eseri: Fıkıh ve tasavvuf konularını ele aldığı ''İhya-u Ulumi'd-din'' eseri, tenkit ettiği grupları ve hakikatin yolunu soruşturduğu ''El münkız mine'd Dalal'' eseri, felsefecilerin maksatlarını incelediği -her ne kadar İbn Sina'nın olduğu yani onun kitabı olmadığı iddia edilse de- ''Makaasidü'l Felasife'' eseri ve Aristoteles'e veya takipçileri olan Meşşaî geleneğine mensup Farabi ve İbn Sina gibi filozoflara reddiyelerini içeren ''Tehafütü'l Felasife'' eseridir.
Bilimlerin Gaye Ve Sınırları: el-Gazzâlî
Gazzâlî, kendisinden dinde ilimlerin gaye ve sınırları ile mazheplerin gaye ve incelikleri hakkında bilgi vermesini talep eden din kardeşi için; felsefe ve tasavvufla ilgilendiği sırada kalbine doğan şeyler, binlerce mezhebe bölünmüş ve mezhep taassubuyla hareket edenler ve taklid çukurundan tahkik mertebesine yükselişi hakkında bilgi vermek maksadıyla kaleme aldığı bu yazısında hakiki (yakin) bilginin ne olduğunu ve nasıl olduğunu anlatarak bilgi ve inanç arasında bir ayrım yapacaktır.
Gazzâlî, insanların yüzlerce fırkaya bölünmesini ve mezhep taassubuyla hareket etmelerini; çoğunun boğulduğu ve çok azının kurtulduğu derin bir denize benzetir. Tabi ki Gazzâlî her zaman olduğu gibi bu düşüncesini de Kur'an ve Sünnete dayandırarak Rum Suresi 32. ayette geçen şu ifadeleri: ''Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.'' ve Hz. Muhammed'in: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır (kurtulacaktır)." hadisini delil olarak göstererek, bugün yani kendisinin yaşadığı yüzyılda bunların tam olarak gerçekleştiğini ifade ederek söz konusu durumdan yakınmaktadır.
Gazzâlî daha sonra yirmi yaşından önce başladığı söz konusu derin araştırmalar sonucu artık yüzmeyi öğrendiğini ve cesaretle denize atlayabiliğini ifade ederek hiçbir karanlıktan korkmadan her türlü zorlukla cesurca savaştığını söyler. Bundan böyle Gazzâlî, bu düzeye geldikten yani yeteri kadar kendini geliştirdikten ve artık şüphe krizlerinden de kurtulduktan sonra artık tüm mezheplerin sırlarına erişmek ve tüm fırkaların inancını araştırmak için kollarını sıvamıştır. Çünkü artık Gazzâlî, çocukluğundan bu yana kendisine geleneğin ezbere kabul ettirdği şeydelerden yani taklid bataklığından kurtulmuş; tahkik zirvesine yükselmiştir. Onun bu yükselişine vesile olan tecrübelerinden biri de; hıristiyan çocukların hıristiyanlık, yahudi çocukların ise yahudilik akidesi üzerine yetiştirildiklerini görmesidir. Oysa Gazzali Resulullahtan şu hadisin rivayet edildiğini işittiğini söyler: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” Buradaki fıtrattan kasıt elbette ki islam fıtratıdır.
Fıtratın hakikati ile taklidin hakikati arasında ayrım yapmak ve hangisinin hak hangisinin batıl olduğunu bulmak isteyen Gazzali bundan maksadının; işlerin hakikatini bulmak olduğunu ifade eder. Öyleyse ilmin hakikatinin ne olduğunu talep etmek gerekir diyen Gazzali, ilmin hakikatinin kendisinden hiçbir şekilde şüphe duyulmayan yani apaçık olan yakini bilginin kendisine zahir olduğunu söyler. Bundan sonra, yakini bilginin -mucizeler delil gösterilse bile- değişmeyeceğini söyleyen Gazzali şöyle bir örnek verir: Bir kişi taşı altına ve değneği ejderhaya çeviripte bu olağanüstü hallerden hareketle; zihnimde yakini bir bilgi olan ''10'un 3'ten büyük olması'' bilgisinin aksine; 3'ün 10'dan büyük olduğunu iddia etse, bu iddia benim yakini bilgimi değiştiremez. Çünkü bu olağanüstü hal -taşı altına çevirmek- ancak bizi hayrete düşürür. Söz gelimi bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini sorgulamanın ötesinde bir şey yapmak da mantıken söz konusu değildir.
Son olarak -Gazzali'nin diğer eserlerinden de yararlanarak- Gazzali'ye göre duyularımız bizi aldattığı için; -örneğin güneş gerçekte çok büyük olmasına rağmen bizim onu küçük görmemiz gibi- duyu verilerinin bize yakini bilgi sunamayacağını, daha sonra aklın da bizi bazen aldattığı için -örneğin bir işlemi yanlış hesaplamak gibi- aklın verilerinin de bize yakini bilgi sunamayacağından hareketle; -çünkü yakini bilgi, her türlü şüpheden arınmış bilgidir- gerçek yani yakini bilgiye ancak ve ancak Allah'ın kulun temiz kalbine yerleştirdirdiği bir nurla ya da başka bir deyişle sezgi veya psikolojik bir tecrübeyle ulaşılabileceğini ifade etmiştir. Tam bu noktada bilgiye ulaşma noktasında bir hiyerarşiden söz edebiliriz. Söz gelimi sezgiden gelen bilgi aklın bilgsinin, aklın bilgisi de duyuların verdiği biligilerin üstündedir. Bu bakımdan Gazzalli en altta duyu bilgisi, ortada akli bilgi ve en üstte de sezginin bilgisi veya psikolojik tecrübe olmak üzere üç tür bilgiye ulaşma kaynağı tasavvur eder.
Sonuç
Mezhep taassubundan ve fırkaların bölünmüşlüğünden yakınan Gazzali derin bir araştırma serüvenine girerek kendini geliştirir ve tam bu noktada artık her akımı soruşturacak gücü kendinde bulur. Bu soruşturmalar neticesinde taklidi imadan tahkiki imana yükselen Gazzali -her ne kadar aklın bizi yanıltma payı olsa ve akıl, sezgi kadar kesin veri sunmasa da- matematik ve mantık türünden bilgileri yakini bilgi olarak tanımlamakta ve bu türden bilgilerin bize verdiği verilerin -mucize gerçekleştiren birinin iddiası bile olsa- değişmemesi gerektiğini, ancak ve ancak mucizeye hayret edilmesi gerektiğini savunarak bir bakıma mucizelerin; Allah'ın varlığına delil olarak sunulamayacağını da ima etmiş demektir. Nitekim Kur-an'da: ''Bizi mûcizeler göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin bunları yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mûcize olmak üzere (olağanüstü özelliklere sahip) deveyi vermiştik, ama (inanmayıp) ona kötülük yaptılar. Oysa biz mûcizeleri yalnızca korkutup uyarmak için göndeririz.'' ifadeleriyle kendilerine mucize geldiği halde inanmayan kavimlerden söz edilmektedir. Öte yandan Gazzali yakini bilginin yani aklın sınırlarının yalnızca mantık ve matematik gibi doğrudan kavrayabildiğimiz ve fizik alemde yani bu dünyada olan ilimlere kadar olduğunu; başka bir deyişle -peygamber de bu dünyadan olduğu için- aklı/bilgiyi peygambere kadar kullanabildiğimizi, onun ötesi olan metafizik aleme ise ancak iman edebileceğimizi ifade ederek bilgi ve iman arasındaki farklılığa da dikkat çekmektedir.
Kaynak
Bize Yön Veren Metinler - Alev Alatlı









Yorumlar