İnsanlar Azalıyor
- Yusuf Sincar

- 9 Ağu
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Eyl

Giriş
“Dünyada insan nüfusu artıyor. Ocak 2025 itibariyle 8 milyara ulaştık. Kaynaklarımız sınırlı, dünya bu kadar insanı kaldıramaz. Bu gidişle yamyamlara döneceğiz. Lanet olsun açlıktan birbirimizi yiyeceğiz” dedi, milyar dolarlık şatosunda altın kaplama sandalyesinde oturan kapitalist.
Elbette “kapitalist” bu sözleri bizim kadar açık bir şekilde itiraf etmeyecektir ancak kapitalistin desteklediği projeler ve ideolojiler incelendiğinde, bizim ifadelerimizden daha fazlasına cüret ettiğini görmek zor olmayacaktır. Peki nedir bu projeler ve kapitalist bu projeleri nasıl yürütmektedir?
Kapitalistin nüfus azaltma projesi iki temel yöntem ile hareket etmektedir: Doğrudan nüfus azaltma ve dolaylı nüfus azaltma stratejisi.
1. Doğrudan Stratejiler
Doğrudan stratejiden kasıt, kapitalistin doğum ve ölümlere direkt olarak müdahale etmesidir. Örneğin savaşlar, salgın hastalıklar, suni afetler (deprem gibi) ve ilaçlar bu kategoridedir.
Söz gelimi büyük silah şirketlerinin desteklediği savaşlar, dünya genelinde kaos ortamı yaratarak hem doğrudan nüfus kaybına neden olmakta hem de göç krizleri oluşturarak aile kurmayı ve dolayısıyla çocuk sahibi olmayı zorlaştırmaktadır. Örneğin, birinci ve ikinci dünya savaşında 90 milyona yakın insan ölürken, Filistin-israil ve Rusya-Ukranya savaşında onbinlerce insan hayatını kaybetmiştir. Keza Irak-İran savaşı ve Afrika ile Ortadoğu’da bilumum örgütler eliyle yapılan katliamlar düşünüldüğünde ölüm ve mülteci sayısı devasa bir seviyeye ulaşır. Gerek ülkeler gerekse örgütler eliyle yapılan savaşlar hem nüfusu azaltmakta hem de silah satışı ile kapitalistin maddi kazancına hizmet etmektedir.
Bir de doğal afetler var tabii. Söz gelimi, depremler de bir doğrudan strateji olabilir mi?
Kapitalist için insan hayatı ucuzdur ve maddi çıkar her şeyin önündedir. Örneğin, deprem riski yüksek bölgelere plansız şehirler kurarak, insanları felakete sürükler. Rant uğruna dayanıksız binalar inşa edilir, maliyet düşürmek için kalitesiz malzeme kullanılır ve bu çürük yapılar, en küçük sarsıntıda bile yıkılır. Şimdi, kapitalistin suni depremler (Maraş merkezli deprem sonrası HAARP tartışmalarını hatırlayalım) yoluyla zaten dayanıksız yapılan bu binaları yıkıp insan katliamı yaptığı söylenemez mi? Elbette bu bir teoridir ancak burada amaç ortaya bilimsel bir olgu koymaktan öte; birden çok olayın aynı sonuçlara yol açtığından hareketle okuyucu düşüncesini harekete geçirmektir. Eğer depremler doğal ise, neden belirli ülkeler bundan stratejik kazanç sağlıyor?
Öte yandan, COVID-19 gibi salgın hastalıklar, biyolojik savaş çerçevesinde değerlendirilerek, yaşlı nüfusun azaltılması ve sağlık sistemlerinin çökertilmesi amacıyla bilinçli olarak yayılmış olabileceği iddiaları da gündemdedir. Öyle ki salgın boyunca dünya genelinde 20 milyon insan hayatını kaybetmiş ve aşı/ilaç şirketleri milyarlarca dolar para kazanmıştır.
2. Dolaylı Stratejiler
Dolaylı stratejiden kasıt, kapitalistin araçsallaştırdığı politikalar üzerinden doğum ve ölümlere müdahale etmesidir. Örneğin sigara, alkol ve madde bağımlılığı, LGBTİ, evlilik dışı ilişkilerin özendirilmesi, doğum yapmanın korkunçlaştırılması, ekonomik korku, doğum kontrol hapları veya kondomlar, evcil hayvanlar, kariyer ve bireysel hayatın teşviki, özgürlüğün başına buyrukluk olarak empoze edilmesi, ilişkilerde güven azalması ve aldatılma korkusu bu kategoridedir.
Madde ve alkol bağımlısı bir gencin aile kurması düşünülebilir mi? Eğer ailesi varsa o ailenin ayakta kalması mümkün müdür? Bu soruların cevabı tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıktır. Bir de kapitalistin alkol ve uyuşturu satışı üzerinden milyar dolarlar kazanması var tabii… Ha bir de sigaranın da sorgulanması gerekir. Örneğin sigara paketlerinin bile üzerinde “sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur” yazmaktadır. Sizce tüm bunların nüfus azaltma projesi ile dolaylı bir ilgisi yok mudur?
LGBTİ kapitalistin medyasında (örneğin NETFLİX) muazzam bir şekilde övülmekte ve teşvik edilmektedir çünkü kapitalistin bundan iki yönlü çıkarı vardır: birincisi eşcinsel ilişkilerde çocuk doğumunun imkansızlığı ve ikincisi ise üçüncü bir cinsiyet oluşturarak dünya pazarında tezgahın büyütülmesi. Diğer tüm politikalarda olduğu gibi kapitalistin bu projesi de hem insan nüfusunun azalması hem de maddi çıkar ile sonuçlanmaktadır.
Bir başka politikaya göz atalım: örneğin boşanma aşamasında “süresiz nafaka” ve evlilik aşamasında “düğün masraflarının çokluğu” gibi erkeği sonsuza dek borca mahkum eden uygulamalar evlilik dışı ilişkilerin özendirilmesine hizmet etmektedir. Ekonomik korku da bu minvalde düşünülmelidir. Örneğin “bakabileceğin kadar çocuk yap” veya “bakamayacaksan doğurmasaydın” söylemleriyle sık sık karşılaşırız. Bu tür bir algıdan hareketle kapitalist kolları sıvayıp doğum kontrol hapları ve kondom satışında pazarı kurmuştur. Yani kapitalist hem algıyı veya talebi kendi belirliyor hem bu talebi karşılamak için kendisi çözüm satıyor. Dikkat ederseniz, makale boyunca sayacağımız kapitalistin tüm politikaları nüfusun azalması (dolayısıyla kontrolün artması) ve maddi kazanç ile sonuçlanmaktadır.
Doğum yapmanın kadın için bir estetik kaybı ve dayanılmaz bir acı olduğu söylentileri de halk arasına yayılmış durumdadır. Böyle bir korku dayatılan kadın elbette doğum yapmaktan korkacaktır. Ancak anne ve babalık güdüsünün de bir şekilde tatmin edilmesi gerekecektir. Kapitalist tekrar devreye girer ve “evcil hayvan ebeveyni” olmayı teşvik eder. Son zamanlarda kedisi veya köpeğinden “benim çocuğum” diye söz edilmesi veya “ben kedi annesiyim, ben köpek babasıyım” söylemleri genç nesillerin diline dolanmış durumdadır. Kapitalist bu projesi için de bir çözüm satmak zorundadır çünkü problemi kendisi belirlemiştir. Mama lobileri çevresinde dönen devasa rakamlar bu anlamda düşünülmelidir.
Şimdi, böyle bir insan stereotipinin bireysel yaşama eğilim göstermemesi düşünülebilir mi?
Batının karakteristik bir özelliği olan bireyselliğin teşviki ve özgürlüğün başına buyrukluk olarak empoze edilmesi ilişkilerde güvenin azalmasına, aldatılma korkusuna ve bunların sonucu olarak da kıskançlık duygusunun körelmesine neden olmaktadır. Bu türden bir duygu durumunu bilen kapitalist, özellikle kadınların kariyer yapmalarını teşvik eder. Çünkü kapitalist bilir ki bilimsel veriler incelendiğinde kadınların iş gücüne katılımı arttıkça doğurganlık oranı azalmaktadır. Bir de kapitalist işçi sayısının artmasının daha ucuz işçi demek olduğunu da çok iyi bilmektedir. Görüldüğü gibi bu politika da kapitalistin pazarının büyümesiyle ve nüfusun azalması ile sonuçlandı. Öyleyse, tüm bu politikalar birleştirildiğinde ortada kör bir tesadüften fazlasının olduğu açıkça görülmelidir.
Aslında nüfus azaltma projesini kapitalist de itiraf etmektedir ancak itiraflar açığa çıktığında “aslında biz başka bir şey kastettik” hamlesiyle paçayı kurtarmaya çalışırlar. Söz gelimi Bill Gates, 2011’de CNN’e verdiği röportajda, “nüfus artışını azaltmalıyız” demişti. Benzer şekilde, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1974’te hazırlanan NSSM 200 raporunda, küresel nüfus artışını ulusal güvenlik meselesi olarak ele almıştır. CNN’in kurucusu Ted Turner ise 1990’larda dünya nüfusunun ideal olarak 2-3 milyar civarında olması gerektiğini söyleyerek bu konuda radikal bir görüş ortaya koymuştu.
Sonuç
Sonuç olarak, kapitalistin üç temel amacından söz etmek mümkündür: (1) doğal kaynakların bölüşüm oranını düşürmek (2) kontrol toplumu oluşturmak ve (3) krizlerden maddi kazanç elde etmek. İlk amaca haset, ikincisine kibir ve üçüncüsüne de aç gözlülük neden olmaktadır. İslam dini bu hasletlere karşı 15 asır öncesinden insanları uyarmıştı:
Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? (Nisa-54).
O halde, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür! (Nahl-29).
Kim nefsinin aç gözlülüğünden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Haşr-9).









Yorumlar